28 Aralık 2023 Perşembe

Yaşayan Ölü*


"Kalb, bomboş bir arazide rüzgarların 

oraya buraya savurduğu bir kuş tüyüne benzer."                                                                                                                                                      (Hadis-i Şerif)**

Kalbin bağlandığı şeye de, bağlanmadıklarıyla eş muameleyi yapabilme iradesi!!!

Aşka hürmetin belki tek yolu,

‘Ölerek’ kurtuluşa varmanın.

Diğer tüm sevmeler, hesaplar, anlaşmalar, aşkın içine şirki karıştıran, cehennemi dünyaya getiren çatallı yollar...

"Yaşayan Ölü" olunca cenneti dünyaya mı getiriyorsun peki?

Hayır; cennetin ve cehennemin ötesinde bir oyun alanına açılıyor bilincin. 

Gerçeğini özlesen de, bu oyunda her sahnede Sevgili’yi anlatan temsilleri izlemek mümkün.

Ve dünyada olup olabilecek mutluluğun zirvesi de bu imkanı idrakten başkası değil; biliyorsun.


Yaşayan Ölü kitabı hakkında: 

Anlatımların tümünde, maneviyat gözüyle bakışın incelikleri, yaşamı hücrelerine kadar hissettiren canlılık mevcut. Bu durum kitabın adıyla çarpıcı bir tezat oluşturuyor. Ölerek canlanmayı anlatan bir kitabın kasıtlı gizlenme şekli olsa gerek... 

Tek bir cümleden, yazarın muhakeme şekline ve yaşam tarzına dair heyecan verici keşifler yapmak mümkün: 

"İlmimizle, mekanın hudutlarını bile aşamadığımız gibi, zaman dahi akıl kuvvetimizi, henüz tahakkuk etmemiş şuurunun eşiğinde durdurmaktadır." (s.50)

Zamanın, tahakkuk öncesi ve sonrasını kapsayan bir bilincinin olduğu idrakine varan kaç kalem sayabiliriz mesela...



* Bu, Samiha Ayverdi'nin Yaşayan Ölü adlı romanı ile Hiç ajandası alıntılarının buluştuğu anın ilhamıyla yazılmış bir gönderi

** (İbn-i Mâce, Mukaddime, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 408)



6 Ekim 2022 Perşembe


İki kişi arasındaki ilişki, hırsla, alacaklı hissedilen bir yerden kurulduğunda, ilişki içindeki doğal alış verişlerin dengesi baştan bozulmuş olur. Kişi, ya alacağının verilmeyeceği endişesiyle gerçekte olmadığı kadar fedakar, yumuşak, verici davranarak karşı tarafı bencil, daha çok beslenen, duyarsız bir alana iter; ya da 'alacaklarını' aşırı talep ederek karşısındakini yetersiz, tükenmiş, ilişkide boğulan taraf olmaya sevk eder. 

İtidal nasıl mümkün peki?

Dengeyi bozan duygu yoğunluğunu, yani ilişkisel hırsı kabullenerek. Bu hırsa neden olan kişisel mahrumiyetleri tümüyle başkalarıyla kurulan/kurulacak ilişkilere yüklemeyerek. Aşırı büyüyen -istek ve arzudan hırsa dönüşmüş olan- duygunun, küçük ihtiyaçların karşılanmadıkça dönüşmüş ve maskelenmiş hali olduğu gerçeğini hatırlayarak. Ve bu şekilde dönüşerek büyümüş duygular için yapılabilecek en elzem işin, kişinin kendi kendine vereceği karşılıklar olduğunu unutmadan...

Görülmediğini düşünüyorsan kendine bak! Duyulmadığını düşünüyorsan kendini dinle! Yeterince sevgi alamadığını düşünüyorsan kendi kendine verebileceğin halde bu zamana kadar vermemiş olduğun iyi hissettiren bir şey bul!

Tabi, kendinle ilgili bu çabanın, ilişkisel döngünün sadece yarısına tekabül ettiğini de unutmadan. Dikkati döngüden ayırmamak önemli, çünkü  'Kendini tanı, sev' vb. tek yönlü kişisel gelişim mottoları insanda bazen yalnızca reddedilmişlik, çaresizlik ve öfke oluşturabilir. Bu yönlendirmelerde, karşıdakinden bir şey talep etmenin, almak istemenin, alabilmek için stratejiler geliştirmenin doğallığı yadsınıyor gibi gelebilir. Oysa sadece ilişkisel alış verişteki dengeyi bozan 'aşırılık' durumu yadsınabilir. Kişi, diğerlerinden almak istediklerinin içerisine, kendi kendine vermediklerinin yükünü katmamayı öğrendiğinde, zaten alanın da verenin de memnun olduğunu göreceği bir an gelecektir.

Mühim olan, dengenin bozulduğu anları fark edebilmek; uygun müdahaleyi yapabilmek; yapılamadığı noktada terapi yardımına başvurabilme cesaretini göstermek.

İlişkiselliğin hassas ayarlı dengesini kurabilmek için -psikolojik sağlık hangi düzeyde olursa olsun- aslında yaşam boyu süren bir çaba gerekli... Çünkü bu uzun yolun varoluşsal hedefi, alanın da verenin de 'Bir' olduğunun; insanın asli ihtiyacının ise bu hakikati fark etmekten ibaret olduğunun idrak edildiği deme varmaktır (Elbette ki zannımızca).



8 Mayıs 2022 Pazar

İki kitap

Geçmişte okumayı atlayıp, ikinci kez karşıma çıktıklarında yeniden yeterince dikkat edemeyeceğim endişesine kapıldığım, tasavvuf, epistemoloji ve öğrenme psikolojisinin derinlerinden iki kitap:

1) Sadreddin Konevi 

Tasavvuf metafiziği (Miftahü’l gayb), Kapı yayınları.

“… Bir niyetle veya bir amelle iki şeye yöneldiğinde ya da birliği açısından bir şeyle iki şeyi elde etmeye yöneldiğinde veya herhangi bir feri iki asla ya da bir tikeli iki tümele izafe ettiğinde şeytanın etkisi altında kaldın demektir….” (İlham türlerini bilmek, s: 98)

“…muhabbetin konusunun talep edende ve ona nispetle talep esnasında yok olan bir durum olduğu belli olmuştur.” (Muhabbetle teveccüh: hükümleri ve sırları, s:100)

2) İdris Şah

Learning how to learn (Öğrenmeyi öğrenmek)

https://idriesshahfoundation.org/read-online/learning-how-to-learn





12 Mart 2022 Cumartesi

Korku ve ümit arasında: Olanlar, olabilecekler...


İnsan, 'güvendelik kaygısı' belirli bir dengede seyrettiği müddetçe kendi varlığını hissedebilir.  Güvende hissetmeyen bir benlik, varlık bütünlüğünü koruyamaz. 

Güvende hissetmenin ise iki yolu var: Ya varoluşsal kaygıları yaşamın akışını engellemeyecek düzeyde tutmanın ilişkisel ve eylemsel yollarını bulmak ya da kaygıyı bastırmak.

Güvendelik kaygısı azaltılamıyorsa, bastırılarak bilinçten uzaklaştırılır. Bastırma oranı arttıkça kişi, herhangi bir güvensizlik durumunu ayırt edemez hale gelir. Bastırma oranı ise güvensiz ortamlarda ve ilişkilerde arttığı için bu ortam ve kişilerin bulunduğu alanlar kişi için eşsiz bir adrenalin kaynağına dönüşür. Çünkü kaygı bilinçte fark edilmez olmuş, libidinal enerji aktif hale gelmiştir. Kişi dikkat ve duygulanımını tümüyle varlığa, sevmeye odaklayabilir. Bu enerji yüksekliği, kişiye, güvensiz ilişkilerin tüm sonuçlarına memnuniyetle katlanacağı bir haz verir. Öyle ki, ilişki karşı taraftan bitirilmediği sürece zarar gördüğünü bile kabul etmek istemez.

Güvendelik kaygısını, bastırma mekanizmasına ihtiyaç duymayacağı bir denge halinde tutmayı öğrenemeyen birey, güvenli alanlarda, kaygı yüksekliği nedeniyle var olma heyecanını yaşamakta zorlanırken, güvensiz ve kaygısını bastırarak bilinçsizleştiği alanlarda, ilişkide olmanın heyecanını duyabilir; yaşadığını hisseder.

Bu fasit dairenin dışına çıkabilmenin yolu ise, döngüyü fark ettikten sonra, güvendelik kaygısını bilinçte ve görece kontrol edilebilir şekilde tutma çalışmaları yapmaktan geçer. Bu yönden bakınca, kaygı bir nimettir ve tam da bu yüzden terapide varlık sevgisinden çok ölüm kaygısına odaklanılır. Çünkü ölüm kaygısı dengelenmeden varlık sevgisi sürdürülebilir hale gelemez; sevebilme kaynakları güvensiz alanlarda tüketilir. 

Korku ve ümit arasındaki denge bu esasında... İnanma ihtiyacının temel nedeni. Ölümlü bir beden ve onun aracılığıyla hissedilen duyguların, varlık ve yokluk arasında dağılmadan durabilmesi için, varlığını yoklukla dengeleme ihtiyacı. 

Yaşamı ölümün hazırlık süreci olması bakımından içeren 'yokluk' ile yüzleşme ihtiyacı. 

Ölüm kaygısını dengelemenin yolu 'inananlar' için çok daha belirgindir. Korku ve ümit arasında tutulması gereken temel duygulanım hali, 'dinin direği' namaz ile dengelenir. Günde 5 kez, kişi bilincini varlıktan, yokluğu içeren merkeze çevirdiğinde, oradaki hiçliğiyle yüzleştiğinde ve kendi yokluğuyla kontrol edilebilir bir ilişki düzeni kurduğunda, ümidini diri tutabileceği bir yaşam dengesine kavuşur. 

Bu dengede, kişinin yaşam kaynakları, korkunun tamamen bastırıldığı geçici haz patlamaları ve ümidin kaybedildiği varoluşsal intiharlar arasında heba olmaz. 

27 Kasım 2021 Cumartesi



Psikodrama ve İnanç




           Psikodrama: Neye olduğuna bakmadan, bir şeylere çabucak inanmaktı. İlk inanan lider oluyordu. İnanmış gibi yapmanın anlamının, 'gibi yapmakla' inanmak arasında bir engelin bulunmadığı o noktanın farkına varmaktı liderlik. Gibi yapmada yeterince iyi isen hiç kimse seni inanmamakla yargılayamazdı. O şüphesizlik bir kere oluştuğunda, tüm seçimler daha spontandı artık. Çünkü şüphenin olmadığı yerde korku yoktu. Tereddüt yoktu. En çok, kötü sonuçlar, sürprizler olabilirdi ki bunlarla baş etmek eylemsizliğin acısıyla baş etmekten daha kolay ve öğreticiydi. 

            Öğrendikçe değişiyordu insan. Sınırlarını deneyimleyebileceği bir potansiyelin içinde yaşadığını; aslında var oluş alanının sınırlarını korkularının belirlediğini; inanmayı seçtiği şeyin o korkudan sınırları yıktığını; bu sonsuz belirleyicilik ve yıkıcılık potansiyeli içinde yaşamanın aslında bir yolculuk olduğunu; yolculuğun yönünü ise seçimlerin her birine bağımlı, yine de tümünden bağımsız daha yüksek bir aklın, bilincin, kuvvetin belirlediğini fark ediyordu. 

          Belki de, kendisi için seçim yapmak istemediği, öznel bir seçime  ihtiyaç duymadığı çünkü benliğiyle ilgili korku da duymadığı bir varoluş alanına gelebildiğinde, o yüksek akılla senkronize olabilecekti. Spontanlığı, yalnızca kendi var oluş alanını değil, artık arada korku sınırları bulunmadığı için tüm evrenin var oluş şeklini anlamlandıracak bir mutluluk kaynağı olarak deneyimleyebilecekti.


 

26 Şubat 2018 Pazartesi

Kuantum Benlik





                      Bilincin Kuantum Fiziği

         Bilincimiz maddenin dalga fonksiyonunu çökerterek parçacık (elektron nötron proton) yönüyle ortaya çıkmasına neden olur. Fakat bu, bilinç maddeyi var eder gibi doğrudan bir sonuca gitmez çünkü bilincimiz de benliğimizin dalga fonksiyonudur.

       Bilincin fiziksel kökenine dair kuantum bakışa en yakın açıklama Bose - Einstein yoğunluğu denilen bir uyarımın beynimizdeki nöron ağlarını harekete geçirmesidir.

         Beynimizde bilinci oluşturan heyecanlanmaların kaynağı, kuantum açıklamaya göre kainatın varolduğu zeminde ilk hareketi başlatan tek bir kaynaktır.

         Özetle; bilincin başlangıcının, kaynağı belirsiz bir enerjinin fizyolojimizde yarattığı heyecanlanımlarla ilgili olduğunu; evrenin başlangıcının da bilinçlerimizin bir olduğu bir zeminde gerçekleştiğini anlatan fakat bu zeminin "tanrı" olup olmadığının bilinemeyeceğini, bu alanın kuantum açıklamaların dışında kalacağını anlatıyor kitap.

         1994'te fizik ve psikoloji uzmanlıkları olan bir kadının anne olmasıyla ortaya çıkmış bu kitabı okumanın bugüne, terapiye ve tevhidi bakış çalışmalarına katkısı:
Tevhidî yaşamın yapı taşı düşünceleri yeni bilimin kabulleri olarak sunması; melekûtla barışma yolu ve enfûsî tefekkür aracı olarak kuantum fiziğinin yaşamlarımızdaki işleyişini anlamayı kolaylaştırması.

          Terapinin bireysel bir olay olmadığını, terapilerin bireysel bağlamda fazlasıyla sıkıştırılıp kaldığını farketmiş bir ruh bilimci Zohar ve  makalelerini çevirmekte olduğumuz* Yamina Bouguenaya'nın bakış açısına inançsızlık perspektifinden fakat paralel giden bir alternatif oluşturmuş aslında, inanca giden bir kapı da bırakarak.

*https://www.receivingnur.org/purpose-of-short-lives-and-unhatched-eggs.html

2 Temmuz 2017 Pazar

Hayır, Şer ve Dönüşümsellik


Dönüşümsellik:
Hayır veya şer kabul ettiğimiz olaylar ve durumlar karşısında varoluşumuzun kutupları arasında hareket edebilme esnekliği.

Sabırsız bir insansındır; bir gün karşına öyle bir yeni durum çıkar ki sabrını keşfedersin ve bu yeni durumun ögreticilik açısından, sana sağlayacağı nihaî fayda bakımından hayırlı ya da şerli olması arasında hiç bir fark yoktur.
Dönüşüme yönlendirilmişsindir; Cemal'le ya da Celal'le.

Ve insanlık tarihinin en büyük devrimini gerçekleştiren bir peygamberin ümmeti olarak diyor akıl: “artık refahta mıyız, zillet içinde miyiz, düştük mü, kalktık mı diye dertlenmeyi bir kenara bırakıp "nasıl" sorusunun cevaplarını arama vaktidir belki de”

Düşerken ne aldık? Kalkarken O'na mı yöneldik yoksa şirk koşmaya -mesela güce tapmaya- mı başladık?

Görüntüden çok daha önemli olan o görüntüyü istikamet üzere değiştirebilme kabiliyeti çünkü. Manevi bir çöküşle gelen zaferden, içsel derinlik getiren yenilgiden bahsediyorum.

Toplumsal kadar bireysel yaşam için de geçerli aynı yanılgılı bakış: Başkalarıyla, standartlar açısından kıyaslamalar yaparak bahtiyârlığımızı ölçme gayretine düşüyoruz sık sık.

İçsel dönüşümün somut göstergelerini ayırdetmeye, kıyaslamaya odaklı bir akla sahip olmadığımızdan ya da diğer bir deyişle olan biteni zihinselleştirerek maddeye indirgediğimizden, dikkatimizi boş göstergelere kaydırmak ve orada tutmak şeytanın üzerimizdeki en büyük etki alanı…

Aklımızı tek hamlede felç edebildiğine göre başkasına da ihtiyacı olmasa gerek...

Sosyal medya hakimiyeti, ekran odaklı yaşam sonucu anonimleşen keyif ve mutluluk anlayışlarımızın çığ gibi büyüttüğü gaflet garantili bir etki bu.

Bu yüzden herkesin kendi terapisti olmaya çalıştığı bir çağda mindfullness, farkındalık, iç görü diye diye ölüyor bilincimiz.

Problemi dönüşümsel değil değişimsel ele aldığımız sürece de ölmeye devam edecek gibi görünüyor.

Dönüşümsellik ise hayra ve şerre karşı eşit mesafede durabilmeyi gerektiriyor. Şer Problemi makalesinin* okuma/cevirme ve sohbetlerinde Asma ile sık karşılaştığımız bir hakikat olarak.

http://pan-cck.blogspot.com.tr/2016/09/nursinin-ser-problemine-vahyi-yaklasm.html?m=1